İçindekiler
Belgrad’dan İlk İzlenimler
Üsküp, Ohrid duraklarından sonra, sıradaki durağımız olan Sırbistan’da, zaten hali hazırdaki plansızlığımızla sadece Belgrad’a gitme fırsatı bulabildik. Belgrad Tuna ve Sava nehirlerinin birleşim noktasında kurulu bir yerleşim yeri. Belgrad, yani Sırpça’da Beograd, aslında Beyaz Şehir anlamına geliyor. Güneydoğu Avrupa’nın, Balkanlar’ın en büyük şehirlerinden birisi. Zaten şehre girdiğimiz anda Makedonya’nın o kasabamsı havasından metropol havasına kaptırıyoruz kendimizi.
Biz Ohrid dönüşü yorgun argın otobüse biner binmez kafamızı koyup uykuya daldık. Otobüs biletine yaklaşık 15-20 euro arası bir para ödedik diye hatırlıyorum. Ben sanırsam Sırbistan sınırına kadar epey bir uyudum. Bu Balkan gezimiz boyunca otobüs ile ilk ülke değiştirmemiz olacaktı, o yüzden de biraz heyecanlıydık, ne olacak ne bitecek bilmiyorduk. Önce Makedon sınırından çıkarken şoför pasaportlarımızı topladı, otobüsten inip damgaları vurdurttu. Buraya kadar bir atraksiyon olmadı. Sonrasında Sırbistan girişine doğru otobüs ağır adımlarla ilerledi, şapkalı sert bakışlı bir polis amca bindi otobüse. Cem’e ve bana baktı, çantalarımızı işaret etti “Open” dedi. Bu kadar. Açtık gösterdik, gerilme amca diyerek. Bizim dedelerimiz zamanında buraları darmaduman etmiş, kafamızı bozma – diyemedik – paşa paşa boynumuzu büküp çantaları açtık.
Sanırsam Sırbistan deyince her Türk gibi bizim de önyargımız var. Belgrad’a giderken benim kafamda her daim – Türklere nasıl davranıyorlar? – Gümrükte, şehirde, herhangi bir yerde sıkıntı yaşar mıyız? gibi soru işaretleri mevcuttu. Yine de Cem’in daha önce Belgrad’a gelmiş olması, hiçbir sıkıntının olmaması vs. gibi durumlar içimi ferahlattı. Hatta birazdan anlatacağım, oradaki müthiş sıcak ve yardımsever sırp arkadaşlar edindim. Sırbistan’daki inanılmaz Türk etkisini de görünce önyargılarım biraz olsun kırıldı diyebilirim.
Sabahın erken saatlerinde, saat 7 gibi otobüsten inerek hostele doğru yola koyulduk. Bu sefer taksiciler tarafından soyulmamak için ben kaydettiğim yol tariflerini açtım, hemen tren istasyonundaki Tourist Info’dan da bir harita alınca hostelimizi kolayca bulduk. Chillton Hostel adında bir hostelde kaldık, hemen belirteyim, şimdiye kadar kaldığım en iyi hostellerden biriydi. Şehrin hemen göbeğinde değil, biraz yürüme mesafesinde fakat yine de yakın. 4 kişilik odada 4′ümüz kaldık. İki gün önceden ayırtmamıza rağmen kişi başı 12′şer euro ödedik. Klima, askılar, dolaplar, tertemiz bir oda. Onun harici ortak salon şahane, armut koltuklar, rengarenk duvarlar, bir duvarda kocaman Yugoslavya haritası. Hosteli çok beğendim, akşam edineceğim arkadaşları da!
Karnımız aç olduğu için hemen müsli’ye ve süte abandık, ben bir litre sütü indirdim yine mideye. Hosteldeki şirin kızımız her birimizin pasaportlarını isterken aralarına Turist Bildirim Kağıdı gibi bir zımbırtı iliştirdi. Bu kağıdı ülkede kalınan süre boyunca yanımızda taşımamız zorunlu imiş, o yüzden pasaportların arasına sıkıştırdık. Sırbistan’da kalacağımız süre boyunca nerede konaklıyoruz, kaç gün kalacağız, ne zaman geldik vs. gibi bilgileri içeriyor. Normalde diğer hostellerde bu kağıt kaydı için de fazladan para alıyorlar, ama HotelsCombined.com’de belirttikleri üzere, Chillton’da oda parasına bu hizmet de dahil. Tertemiz duşlarda bir duş aldık, ben burada birkaç ay yaşayabileceğime karar verdim. Mutfakta ise kuralların yanında şöyle bir not vardı: “If you would like to try Serbian (Turkish) coffee, follow the instructions : “ Türk kahvesi bile koymuşlar. Kağıtta yapamazsanız (eee her yiğidin harcı değil Türk kahvesi) biz gelip size yapabiliriz de yazmışlar.
Belgrad Resmi Dili ve Alfabesi
Bir çok Türkçe ortak kelime var Sırbistan ile. Şehrin her tarafında Türk etkisini hissetmek mümkün. Mesela şehrin doğu tarafında Kalemegdan, en görülesi turistik mekan Belgrad’ı sarmalayan nehirlerin arasında kalıyor. Dil konusundaki kesişimler ile ilgili yazılar ararken bir bloga rastladım, Sırpça ile Türkçe arasındaki dil benzerliklerini, ortak kelimeleri inceleyen bir yazı, kaynaklar da belirtilerek yazılmış: Vuk Stefanović Karadžić 1787′de Osmanlı ülkesinde dünyaya gelmiş, 1864 senesine kadar süren ömrüne Sırp dili ile ilgili sayısız çalışma sığdırmış. Devrinin en önemli filologlarından (dil uzmanı) ve halk edebiyatçılarından sayılıyor. Sırpçanın edebiyat dili olarak modernizasyonunu ve dilin kiril alfabesine göre standardizasyonunu sağlamış. Melahat Pars, “Makedon ve Sırp Romanlarında Türkler ve Türk İzleri” adlı çalışmasında zikreder. Vuk Stefanović Karadžić 1814 senesinde Sırpça bir ilk okuma kitabı hazırlar. 1918 senesinde ilk Sırpça sözlük çalışmasını yayınlar. Ama milliyetçiliğin revaçta olduğu bir devirdir söz konusu olan. Diğer bazı Balkan milletleri gibi Türk dili ve kültürünün etkisinden kurtulmak ister Sırplar da. Vuk Stefanoviç Karaciç, 1818 yılında hazırladığı ilk Sırpça sözlüğünün ikinci baskısını yaptığı zaman, sözlükten binlerce Türkçe kökenli kelimeyi atmaya çalışır. Ancak, onları atacağı yerde 1700 yeni Türkçe kelime daha almak mecburiyetinde kalır sözlüğüne. Kendi dilinin Türkçe kökenli kelimeler çıktıktan sonra ne denli fakirileştiğini görmüştür zira. Yine aynı blog‘daki listeden bazı kelimeleri aldım buraya:
Alat (âlet)
Alva (helva)
Amanet (emanet)
Ambar
Badava (bedava)
Badem
Bakar (bakır)
Bajat (bayat)
Bajram (bayram) Ramazanski Bajram, Kurban Bajram
Bakrač (bakraç)
Bakšiš (bahşiş)
Baksuz (bahtsız)
Baksuzluk (bahtsızlık)
Barut
Barjaktar (bayraktar)
Karanfil
Siteye girerseniz daha onlarcası, yüzlercesi var. Hostelde ufak bir kestirmenin ardından şehri keşfetmeye koyulduk. Öncelikle tren biletlerimizi almak için tren istasyonuna gittik. Bu gece burada kalacağımız zaten kesindi, ertesi günü de şehirde geçirerek gece treni ile Karadağ’a gitme kararı aldık.
Nikola Tesla Müzesi
Bu arada önceki yazıda bahsettiğim sebeplerden bizim plan komple sarktı elbet, Karadağ’daki hostellerin de bir gecesini böylece trende geçirerek yakacaktık. Tren biletlerini yataklı alabilmemiz için ertesi gün 10′dan sonra gelmemiz gerekiyordu, bilet 50 lira civarı idi. Tren ile 8 saat kadar bir yolculuk yapacaktık. Ertesi gün biletleri almak üzere gardan ayrıldık. İlk olarak hosteldeki kızın da tavsiyesi üzerine Nikola Tesla Müzesi‘ne gittik. Yunus her ne kadar “We are not museum guys” dese de kız ayıp ama o kadar da değil, buraya kadar gelmişiniz, Tesla görmeden gidilmez, Yuh Artık! dercesine bir bakış attı Yunus’a. Hatta bakışla kalmadı açık açık da söyledi =) Baştan söyleyeyim, verdiğimiz paraya değmedi. 20 dakikalık Tesla’nın hayatını anlatan bir video izledik – ki zaten bunu evde izleyebilirdik, benim bir çok bildiğim nokta da vardı – sonrasında ışıklı bi şov vs, icatlarından bazılarını gördüğümüz küçücük bir oda. İkinci odada da Tesla’ya gelmiş doğumgünü tebrik kartlarını gördük! Normalde 2000′den fazla Tesla’ya ait icat, eşya, vs. varmış, bu ay tebrik kartlarını sergiliyorlarmış. Aman ne güzel. 5 euro verdiğimiz müzeden böylece çıktık. Her ay da farklı bir şey koyuyorlarmış, belki bir sonraki ay takım elbiselerini koyabiliriz dedi rehberimiz.
Knez Mihailova Caddesi
Sonraki durağımız meşhur Knez Mihailova Caddesi‘ydi. Şansımıza o gün halk koşusu olduğundan yollarda araba yok, ara ara polis kontrolleri vardı. Tek tük koşanlar vardı. Çok eğlenceli bıcır bıcır kalabalığın arasına karışarak Knez Mihailova’ya çıktık. Knez Mihailova biraz İstiklal, biraz Tunalı karışımı canlı güzel cıvıl cıvıl bir cadde. Cafelerle, ve mağazalarla dolu, trafiğe kapalı. Uzun Mihailova caddesine yokuş yukarı doğru çıkarak ulaştık, ara ara halk dansları, gösteriler gibi etkinliklerle de karşılaştık.
Cumhuriyet Meydanı (Trg Republik)
Knez Mihaliova caddesinin başlangıcındaki meydanın adı Cumhuriyet Meydanı (Trg Republik). Meydanda Mihailo Obrenovic’in ata binen bir heykeli var, bu yüzden at meydanı da deniyor imiş. İşte tam bu meydanda ufak bir dans gösterisine denk geldik. Önce geleneksel kıyafetlerini giymiş çocuklar bize halk danslarından oluşan bir görsel ziyafet sundular. Müzikler çok zevkli çok hareketli idi. Ama biz bilmiyorduk ki esas görsel ziyafet bundan sonra başlayacakmış =) Crazy Dance mı, Süper Dance mı ne öyle bir grup sahneye çıktı, güzel Sırp kızları, dansları ile bir süre bizi bizden aldılar. En sonunda da bazı zihinsel engelliler çıkıp Sırpça bir şeyler söylediler. O sırada biz yolumuza devam ettik. Bu meydan bir nevi Ankara’daki Dost Kitabevi =) Belgrad’dakilerin buluşma noktası burası, hemen karşısında da Ulusal Tiyatro, Ulusal Müze ve Ulusal Kütüphane binası var. Bu arada atlamadan geçmeyeyim, her yerde Türk Hava Yolları’nın dev Türkiye afişlerine burada da rastladık, Alanya neymiş yahu! Türkiye’de böyle bir yer var mı ki cümlelerimizi, Makedonya’dan sonra burada da söyledik.
NATO Harabeleri
Hostel’den merkeze doğru yürürken etraftaki yıkık dökük bazı binalar ister istemez dikkatimizi çekti. Bazı binaları ibret olsun, halk hala ve hala gaza gelsin diyerek adamlar bilerek restore etmemişler, olduğu gibi bırakmışlar. Belgrad yüzyıllar boyu tekrar tekrar yakılmış ve yıkılmış, tarih boyunca yüzlerce savaşa sahne olmuş bir şehir. Belgrad’da şehir dediğim zaman, burası hakikaten bir şehir. Üsküp, Podgorica, Kotor, Ohrid veya Tiran ile kıyaslandığında Sırbistan’daki gelişmişliği, kesinlikle farkediyorsunuz. Diğer şehir adını verdiğimiz yerler buranın yanında kasaba gibi kalıyorlar. Hem alan olarak büyük, hem de yapılar, ulaşım, kısacası bütün şehir çok daha gelişmiş burada. Şehrin her tarafında bir pop star edasına bürünen Başbakan’ın afişlerini görmek de mümkün. Biz gittiğimiz dönemde seçim olmak üzereydi zannedersem, bu yüzden bol bol politikacı afişine rastladık. Avrupa Birliği yolunda yaptıklarından ötürü de adama adeta tapıyorlar. Yıkık dökük binalar demişken, bu da onlardan bir tanesi, sanırım eski savunma bakanlığı binası bu:
Kalemegdan
Şehir merkezinde en gezilesi yer yukarıda bir kez daha adını zikrettiğim Kalemegdan. Kalemegdan (yani Kale Meydanı), Knez Mihailova caddesinin sonuna denk geliyor zaten. Adından da anlaşıltığı gibi burası Türk döneminden kalma bir kale. Epey de büyük geniş bir kale, Sava nehri kıyısında. İçerisinde gezip görülecek türlü türlü müzeler var, manzarası çok tatlı, direk yeşil kıyılara, şehrin diğer tarafına bakıyor, nehir şahane güzellikte. Haftasonu bisikletinizi kapıp gelebileceğiniz, ya da sevgilinizle ufak çaplı bir yürüyüşe çıkıp sağda solda gitar çalanları dinleyebileceğiniz bir buluşma mekanı gibi bir yer olmuş burası. Osmanlı’nın yıllarca elinde tuttuğu, sonuna dek direndiği, sonra terk-i diyar eylediği muazzam bir kale.
Kalenin içinde çok güzel bir park var (Kalemegdan Parkı). Park girişinde öncelikle satranç oynayan, hem de gayet ciddi oynayan, etraflarında 60 yaş üstü bir izleyici kitlesine sahip amcaları görüyoruz. Bir nevi kahve düşünün, ama parkın ortasında ve insanlar satranç oynuyorlar, hem de satranç saatleri filan kullanarak. Özenmedim, imrenmedim dersem, yalan söylemiş olurum. Parkta denk geldiğimiz ikinci ve unutamayacağımız bir anı ise Top Atışları oldu. Kalenin tepesinde nehre doğru bir top atışı sahnesine şahit olduk (hem de en önden umulmadık kulak çınlamalarıyla). Yanımdaki Sırp güzeline sordum, ne oluyo burada, amaç ne dedim, kafa sallayıp bilmiyorum dedi. Herkes dağılırken bir başka Sırp’a sordum, bu kutlama neydi dedim, o da bilmiyorum dedi. Sırp olduğuna eminsin değil mi dedim =) Gülüştük, evet ama bilmiyorum dedi. Benden başka hiçkimse de etrafta öğrenme çabasında değildi.
Önce bir bant çekerek bizim de dahil olduğumuz seyircileri toplardan biraz(!) uzaklaştırdılar. Bu arada Yunus ile ben bol bol fotoğraf çektik. Sonra bir asker amca kılıcını indirince bayrak marş eşliğinde göndere çekilmeye başlandı. Bu sırada kılıç tekrar havaya kalktı, askerler top başına gittiler, içeri bir şeyler koydular. Ben orada saf saf sembolik şeyler olacak heralde diyerek video çekerken BOOOOOOOM sesi ile birden irkildim, hatta videoda bariz bir kayma, sallantı, panik ve Türkçe “Ha..tir” gibi söylemler mevcut =) Biz henüz yanımda Alper ile birinci şoku atlatamamışken ikinci topu ateşlediler, noluyo oooolum nereye geldik derken üçüncü devam etti. Şaşkın şaşkın en önde top atışlarının bitmesini bekledik, sonra paşa paşa dağıldık. Çektiğim video da burada:
Kalemegdan’ı gezmeye devam ettik. Bu arada belirteyim, protokol olduğunu zannettiğimiz valimsi bir amca ve onlarca koruması, askeri yüksek yetkililer de törene eşlik ettiler, etrafta sayısız kameralar vardı. Dağılırken bir ümit birine daha sordum bu ne günü diyerek. Military Day cevabını aldım, 2. Dünya Savaşı’nı kazandığımız gün filan bişeyler dedi adam. Ben de hakikaten yemiştim. Döndükten sonra bile herkese bu top atışını anlatırken böyle bahsettim.
Kalemegdan epey geniş, içerisinde bir sürü müze, fotoğraf çekilebilecek bir sürü manzara var. Bir de Türkler’den kalma Şehit Ali Paşa Türbesi var. Esas adı Mora fatihi Silâhtar Damat Ali Paşa, meşhur Osmanlı akıncılarından. Epey yaşamış olacak ki Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmed devirlerini görmüş, hatta ve hatta epey sağlam bir akıncı olacak ki Sultan III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan’la nişanlanmış. Bu akıncı amcamız bir dönem Devletü Aliyeye sadrazamlık da yapmış, Peter Varadin savaşında alnından kurşunla vurularak şehit düştüğünden, o tarihten sonra Şehid Ali Paşa ünvanıyla anılmış. Naaşı muharebe meydanından alınarak Belgrad’a getirilip Kalemegdan’da Sultan Süleyman Camii mezarlığına defnedilerek üzerine bu türbe yapılmış. Kalemegdan’da bir başka ilginç yer fotoğraf çeken gençlerdi. Burada sürekli zıplayan bir kız, onun da fotoğrafını çeken onlarca fotoğrafçı adayı genç dimağlar vardı =) Yunus tabi bir iki profesyonel çekimle hemen işi tamamladı.
Aziz Sava Katedrali (Hram svetog Save)
Buradaki nehir manzarasını bir süre izledik, muhabbet ettik, yorgunluğumuzu giderdik. Şahane bir Kalemegdan manzarasından sonra hosteldeki güzelimizin önerdiği “?” adlı mekana doğru ilerledik. İlerlerken burada Saint Sava (Aziz Sava Katedrali) adlı katedrali farkettik.
Belgrad’da görülesi mekanlardan birisi, fakat zannedildiği kadar eski değil. Bu katedralin de şöyle bir hikayesi var. Aziz Sava Sırp Ortodoks Kilisesi’nin kurucusu. Bu kilise ile ilgili birden fazla farklı farklı hikayeler okudum, epey de zaman oldu, kafamdakileri toparlamaya çalışacağım. Sırplar Osmanlı işgalinden sonra burada bir ara kafalarını kaldırmaya, isyan etmeye çalışmışlar. Fakat becerememişler, Sinan Paşa bunların başını ezeyim derken 1595′te Saint Sava Katedralini de yerle bir etmiş, taş üstünde taş bırakmamış. Sırpların yazdığı sitelerin bazılarında bunun (haklı olarak) asimilasyon politikası için, dinsel direnişi de kırmak için yaptıklarından bashetmişler. Eh yalan da değil hani. 1595′te yıkılan Saint Sava’nın kalıntıları üzerine de yıllar geçmiş, tekrar biz bu katedrali yapalım demiş adamlar. Fakat Yugoslavya’nın sıkıntıları, savaşlarla geçen yıllar derken 1980′lere kadar yapamamışlar. 1980′den sonra yapılan bu büyük katedral aslında epey yeni, fakat yine de Belgrad’ın en görkemli yapılarından biri olma özelliğini korumuş. Şu anda turistlerin en uğrak mekanlarından birisi. Biz girdiğimiz sırada içeride inşaat hala devam ediyordu (artık bu Cami görünümlü Kilise bitmedi mi ne anlayamadım) fakat bir grup insan ilahi söylüyorlardı.
Saint Sava’dan başka bir kilise daha gezdik (aslında gezdim 😀 çünkü bizimkiler Eaaa Kilisemi gezeceez yeter dediklerinden). Bu kilisenin karşısında “?” lokantasında gayet tatlı güzel bir yemek yiyoruz. Evet, lokantanın adı “?”. Bizimkiler yine tavuk söylüyorlar, ben bu sefer kuru fasülye denemeye karar veriyorum =) Domuz eti yememeye çalıştığımız ve tavuktan da biraz sıkıldığımız için ben bu sefer değişiklik yapıp “Serbian Style Beans”, yanı Sırp Usülü Kuru Fasulye yemeye karar verdim. Domuz eti var mı diye sormaya gerek görmemiştim ki yine bir hata yapmışım anladım. Karadağ’da yiyeceğimiz etrafı domuz eti ile sarılı “chicken roll” dan önce bu da ayrı bir tecrübe oldu benim için, çünkü kuru fasulyenin içinde koca koca yüzen bütün etleri çıkarmak zorunda kaldım. Ha, kalan kısmı iyiydi.
Hava da kararmaya başlamışken hostele doğru dönüp biraz dinlenmeye, ardından Sırbistan’ın gece hayatını keşfetmeye karar verdik. O gece beni müthiş sürprizler bekliyordu. 4-5 shot Rakija’nın ardından hiç tanımadığım insanlarla bir Milonga gecesine gidecek, Tango yapmaya çalışacak süper eğlenecektim.
ARA NOT: Muhteşem, gerçekten süper bir bloga rastladım Sırbistan ile ilgili. Sadece Belgrad değil, adeta abimiz ülkeyi, savaşları, Karlofça’yı yaşayarak anlatmış. Aynı adamın bir başka yazısı da Belgrad’da acil servis ile başlayan, daha sonra Sırp – Boşnak, Hırvatların katliamı vs. ile devam eden yazı çok güzel bilgiler içeriyor. Vakit bulursanız kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bunları okuyunca yemin ediyorum gezi yazısı yazıyorum demeye utandım, hem de çok utandım.
Ama grup olarak gitmenin avantajları olduğu gibi bazı dezavantajları da oluyor. Her yeri her istediğin şekilde her yorgunlukta, her yoğunlukta gezemiyorsun bazen. Zaman desen o da ayrı problem. Az biraz uyukladıktan sonra Hosteldeki kalabalık grubun gürültülü sesleri ile uyandık. İki Polonyalı (Kasia & Katharina) bir Çek (Tomas), İki Sırp (Branko ve Ranko 😀 ), Bir Alman (Adını unuttum), Bir Türk (Özgür) her sene bu hostelde toplanıyorlarmış. Tango festivali varmış Belgrad’da, ona geliyorlarmış meğersem. Bunlar yemeklerini yedikten sonra bize ufak bir tango gösterisi sundular, zaten arka planda sürekli tango müzikleri çalınıyor. İnanılmaz bir muhabbete girdik adamlarla. Çek eleman zaten konuşacak adam arıyodu, ben epey onunla muhabbet ettim.
Chillton Hostel’e geldiyseniz ilk gün için size “Welcome Drink” ısmarlıyorlar, hosteldeki görevli güzelimiz Maja bize birer shot Rakija koydu. Ben bu acayip içki ile orada tanıştım. 5 shottan sonra bırakın Tangoyu, Rumba, Salsa… Ne varsa yapabilir hale geldim. Hostel balkonunda bizimkilere resepsiyonist Maja da katıldı, gırgır şamata aldı yürüdü. Maja ablamızın sınavı varmış ertesi gün, ben burada sizinle ne yapıyorum diye diye Rakija’ları götürdü. O gece biraz gülmekten, biraz Rajika’dan çenem ağrıdı. Çok eğlendik. Bu arada bizimkiler, Cem Alper & Yunus dışarı çıkmak için hazırlanırlarken Tomas bana hadi sen de gel dedi. Olm bak ısrar etmeyin, ısrar ederseniz gelirim dedim, zaten Tango da bilmiyoruz rezil etmeyin beni dedim. Bunlar zaten benim meyilli olduğumu görünce tuttular beni Tango gecesine doğru sürüklediler. Arkadaşlara el sallayıp hadi ben Tangoya gidiyorum diyerek hostelden çıktım.
Milonga benim göbek adımdır dedim, beni bekleyecek 4 saatlik çılgın bir geceye başlarken. En güzel gömleğimi giydim, Tangocuların izinden yola koyuldum. Hostelin yakınında, 10 dakikalık yürüme mesafesindeki salona gittik. Tomas, Branko ve Özgür yürüdük, diğerleri (yani topuklu giymiş bayanlar) Ranko’nun arabasıyla gittiler. Ranko çok ilginç bir adam, bir sürü bölüme başlamış, hepsini bırakmış, şimdi pastanesi mi cafe’si mi ne varmış Belgrad’da onu işletiyor. Branko bütün gece bana keyifli muhabbet ile eşlik etti. Sürekli dilinden düşmeyen bir “For the first moment I saw you” cümlesi ile beni bütün gece eğlendirdi diyebilirim. Bağlamadan bahsettiğim an : “For the first moment I saw you, I knew you were a musician” Tangoya gitmeye karar verdiğim an : “For the first moment I saw you, I knew you would come with us” Tanımadığım bir Sırp ile dans ettikten sonra : “For the first moment I saw you, I knew you would dance”.
Polonyalı kızları az biraz Lehçe bilgimle eğlendirdim, biraz oturduktan sonra kırmızı ışıklı salona ayak bastık. Her taraf bütün gece boyunca kırmızıydı, birbirlerini sürekli dansa kaldıran, beni benden alan müzikler eşliğinde dans eden çiftler.. O kadar güzeldi ki. Tekrar tangoya başlama isteğim kabardı. Hatta Türkiye’ye dönünce ilk iş tekrar başlamaya karar ver(miş)dim. Ortam inanılmaz, insanlar birbirlerine elini uzatıp kalkıp dans ediyorlar, kızlar son derece şık, erkekler (kotla tişörtle gelenler de vardı ama) lacileri çekip gelmişler.
İlerleyen saatlerde ben bir sütuna omzumu dayamış, bu müthiş ahengi izlerken bir kız bana dans edelim mi gibi bir işaret yaptı. Yok artık diyerek sağıma soluma baktım, arkama baktım benden başka kimse yok. Yine de emin olamayıp “Ben mi?” diyerek kendimi işaret ettim. Evet evet dedi. Yanına gittim, Sırpça bir şeyler söyledi, sonrasında İngilizceye döndük. “I’m really really really beginner” dedim. 3 yıl önce Tampere’de bir dönem öğrenmiştim ben. Ama 3 sene olmuş, tek bir adım bile atmayalı. Hiçbir şey hatırlamıyorum ben dedim. Problem değil dedi tuttu kolumdan piste çıkardı beni. Acemice hareketlerimle biraz dans ettik =) Lucija imiş adı, hem onu bizim çılgın Tangocu ekibe takdim ettim, hem de biraz sohbet etme imkanımız oldu. “Olum Belgrad’da kızlar teklif ediyormuş” diyebileceğim bir de macera eklemiş oldum kendime. Bu arada ben süper eğlenirken bizim 3 gariban Türk, 3 erkek olmaları dolayısıyla hiçbir yere alınmayacak, önce Alper, sonra pes eden Yunus ve Cem hostele dönüş yapacaklardı.
Gecenin (benim için) sonlarına doğru Katharina da birkaç figür gösterdi, Branko ile müzik üzerine, “From the moment” ile başlayan cümlelerle derin bir sohbete girdik (kendisi Tango gecelerinde bir şeyler çalmaya başlamış son zamanlarda). Bu komik Sırp adam da geçen sene bu hostelde bu tangocularla tanışmış, ve Tangoya böyle başlamış. Epey de iyi dans etti aslına bakarsanız. Az sonra herkes ortadaki pisti boşalttı, 4 adet usta statüstündeki çift sahne aldılar. Bu arada ben o anda öğrendim ki bunlar zaten 4 gecedir dans ediyorlarmış, bu gece ise son geceymiş. Kapanış seramonisine yetiştim anlayacağınız. İzlenilesi bir şov sundular bizlere.
Ardından Tangoculara veda edip, 4 saattir artık yavaş yavaş baymaya başlayan Tango müziklerine elveda deme vakti geldi. Eh hadi tamam süper güzel eğlenceli filan da, toplamda 20 dakika dans etmiş olunca artık veda vakti geldi. Bizimkiler sabahlara kadar dans ettiler =) Ben bu kadar yeter gayrı diyerek sabaha karşı 3′e doğru hostele dönmeye çalıştım.
Caddeyi bildiğimi zannediyordum, fakat meydandan yukarı doğru yanlış caddeden çıkmışım. En son sokakta o saatte denk gelinebilecek bir kurtarıcıya rastlama ümidiyle dolanırken bir delüğanlıya rastladım. Zaten hostelin sokağına gelmişim meğer. Odaya çıktığımda Alper’i buldum tek başına, bizim diğer iki çılgın henüz gelmemişlerdi. Öyle bir uyumuşum ki ikisinin de geldiğini duymadım zaten. Belgrad’daki ilk ve tek gecemizi (ertesi gece Podgorica’ya trenimiz vardı) böylece bitirmiş oldum, güzel hatıralar, yeni arkadaşlar ve kulağımdaki inanılmaz melodilerle.
Belgrad’daki unutulmaz geceden sonra, ertesi gün sabah biraz zor kalktık. Hepimizde birer rakija etkisi. Ama sabah 6′ya doğru gelen tangoculara kıyasla epey iyiydik. Yine süt, müsli ve meyve suyunu dayayarak bizi akşama kadar idare edecek bi kahvaltı yaptık. Bu gün koştur koştur ilerlediğimiz Balkan turumuzda bir nevi soluklanma günümüzdü. Belgrad’da zaten öncelikli görmek istediklerimizi gördüğümüzden, ve yolculuktan dolayı epey yorgun olduğumuzdan bugünü yavaş yavaş dolaşıp dinlenmeye ayırdık.
Şehir merkezinde dolaştık, ufak tefek hediyelikler aldık, ben tabi magnet koleksiyonuma buradan da bir yenisini ekledim. Üstüne kartpostal macerama bizimkileri de sürükledim. Cem’in ufak ufak “Yahu Saygıncııığım? Bu kağtpostallar ne kadağa mal oluyoğ?” Sorusunu diğerlerinin – Ne kadar sürede gidiyor? – Yollaması ne kadar? – Ne yazalım? – Olmuş mu? – Adresi nereye yazıyoruz? gibi sorular izleyince bir anda kendimizi postanede elimizde 10′ar adet kartpostalla bulduk. Eh, biraz abarttık zannediyorum ama, herkesin ailesine arkadaşlarına sevdiklerine birer süpriz oldu, güzel oldu.
Choco moco adındaki kahvelerimizi yudumlarken, (burada romlu bir çay da denedik, çok acayipti). Karnımızı KFC’de doyururken Balkanlardan gelen yağmuru iliklerimize kadar hissettik. Sokak bir anda sırılsıklam oldu, herkes dükkanlara doluştu. Biz de bir süre çıkamadık. En sonunda hostele yürümeye karar verdik. Çantalarımızı aldık, vaktimiz az kaldığından ve tren istasyonu da çok yakın olmadığından hostelden taksi çağırttık. Yalnız taksici hiç ingilizce bilmiyordu. Tren istasyonunu anlatana kadar göbeğimiz çatladı. Ne çufff çuuuuuff yapmadığımız kaldı, ne düt düüt. En sonunda ben fotoğraf makinesinden tren istasyonunun fotoğrafını gösterdim de, anlaşabildik.
Yine pimpirikliliğimize yenilmiş, biraz erken gelmiştik. Cem’in komünist tren olarak adlandırdığı döküm döküm dökülen trenimizde seksi pozlar vererek zaman geçirtik. Trende bir gece önce indirdiğim Game of Thrones son bölümünü de yolculuk sırasında izlemiş oldum. Gece yataklı trenimizde king oynarken Karadağ’da neler yaşayacağımızdan bihaberdik. Hayatımın en güzel tren yolculuğuna çıkmak üzereydim.
süleyman akşam
MERHABA .
belgradtan kotor a akşam otobüs yolculuğu yapmayı düşünüyoruz .
Shengen vizemiz yok . yolda sorun olur mu bir de gece yolculuğu güvenli mi ?
Çok teşekkür ederim
Belgrad Gezi Rehberi
Hayır hiç bir sorun olmayacaktır. Schengen bölgesinden geçmeyeceğiniz için herhangi bir sıkıntı olmayacaktır.
gezgin
merhaba herhangi bir sorun yaşadınız mı acaba? bir de otobüsler nereden kalkıyor onu anlayamadım.
HİLAL
Merhabalar ,
8/7 – 12/7 tarihleri arasında belgrad a seyahaat edeceğiz. orada konaklayacağız
dolu dolu gezebileceğimiz 3 günümüz var
rota konusunda yardımcı olabilir misiniz 🙂
vaktimiz kısıtlı olduğundan neler yapabiliriz bilemiyoruz
Belgrad Gezi Rehberi
Merhaba,
Herkesin beklentisi, gezip-görmek isteikleri farklı. Ben buradaki sayfamda Belgrad’da gezilecek yerleri yazdım, isterseniz bir göz atın. https://www.belgradgezirehberi.com/belgrad-gezilecek-yerler/. Bunun dışında sormak istediğiniz sorularınız olursa buradan yazabilirsiniz. Umarım Belgrad’da iyi vakit geçirirsiniz.
Erhan ergin
Iyi günler .
Kısmetse 29 nisanda balayi icin belgrada geliyoruz .
Türk lirasınii döviz bürolarında bozdurabiliyormuyuz?
Yoksa euro ile gitmek daha iyi mi olur ?
Belgrad Gezi Rehberi
Belgrad’da bazı döviz bürolarında TL bozdurabiliyorsunuz ancak çok düşük kurdan bozacaklardır. O yüzden yanınızda Euro getirmenizde fayda vardır.
Esra
Merhaba,
13 – 20 Ekim tarihleri arasında Belgrad ve Kotor konaklamalı bir gezi planım var. Belgrad’dan Karadağ’a ulaşım için sizin gibi tren tercih etmek istiyorum. Ama online tren bileti satın alamıyorum. İstasyonlardan bilet temin etmek kolay mı? Yani iki gün sonraya rahatlıkla bulabilir miyiz?
Belgrad Gezi Rehberi
Tren biletini temin etmek çok kolay ve evet rahatlıkla istasyondan bilet bulabilirsiniz.
Eda elvan
Merhaba balaýi icin belgradta 5 yildizli merkezde bir otelde kalmak istiyoruz karadag yada balkanlar turu yapmak istesek kendi basimiza ulasim ve maaliyet ne olur? Tskler
Belgrad Gezi Rehberi
Bu sorunuza cevap vermek çok zor. Fiyatlar herkesin beklentilerine, yapacağı masraflara, kalacağı otel kalitesine ve ulaşım türüne göre değişecektir. Belgrad’da ortalama bir 5 yıldızlı otelin gecelik fiyatı 500-600 TL (2 kişi için) civarında. Günlük yeme-içme giderleriniz yaklaşık 20-50 Euro arasında olacaktır. Karadağ’a otobüs bileti tek yön yaklaşık 20-25 Euro civarında. Uçak ile gitmek isterseniz bu fiyat yaklaşık 150 Euro civarında olacaktır. Dediğim gibi fiyatlar herkesin ihtiyacına göre değişkenlik göstereceğinden, bir rakam vermek çok zor olacaktır.
Gülnur ERDEM
Merhabalar bizde 16 -19 mayıs tarihleri arasında Belgrad a gezi yapmayı planlıyoruz.Sav_Tuna nehri arsındaki tur fiatlarını ve kalkış yerlerini biliyorsanız ve benimle paylaşırsanız çok sevinirim.Şimdiden teşekkür ediyor iyi günler diliyorum
Belgrad Gezi Rehberi
Gülnur Hanım Merhaba,
Gemi turları fiyatları genellikle 10 Euro, bir buçuk saat için. 2 ve 3 saatlik turlar da var. Knez Mihailova’dan Kalemegdan’a giderken genellikle bu teknelerin standlarını bulabilirsiniz. Bunun dışında Kalemegdan’dan aşağıya nehir kenarına inerseniz, limana ulaşacaksınız. Buradan da bilet bulabilirsiniz. Bir kaç tane farklı firma var, program ve fiyatları birbirine yakın.
Fatma
Merhaba bende 26 kasımda gideceğim ama tango için hangi mekana gittiniz ismini paylaşabilirmisiniz lütfen
Belgrad Gezi Rehberi
Mekanın adresini bu linkten veya bu Facebook sayfasından bulabilirsiniz.
Melih
Tren biletini önceden nereden alabiliriz yada oradayken bilet bulabilir miyiz acaba ?
Belgrad Gezi Rehberi
Tren biletini resmi web sayfası olan http://www.srbvoz.rs/eng adresinden alınamıyor. Buraya geldiğinizde tren garından ya da bilet satılan yerlerden alabilirsiniz. Genellikle yer bulunur, burada tren yolculuğu çok rağbet görmüyor.
Melih
sağolun teşekkür ederim.
aca
tesla havalimanından zemuna nasıl gecebiliriz
Belgrad Gezi Rehberi
Havaalanından 72 otobüs veya A1 numaralı midibüs ile gitmelisiniz. Bu linke bir harita yükledim. BU haritada kırmızı bir yuvarlak ile inmeniz gereken durağı işaretledim. Bu durakta indikten sonra 17, 73, ve 83 numaralı bir otobüs ile Zemun’a gidebilirsiniz. Nerede ineceğinizi veya indikten sonra nereden binmeniz gerektiğini bulamazsanız, yolculardan herhangi birine danışabilirsiniz. Hepsi de size memnuniyetle yardımcı olacaktır.
Asiye Coşkun
Çok güzel bir yazı olmuş. Eylülde yapacağımız Balkan gezisi için notlar aldım 🙂 özellikle öğrenmek istediğim Belgrat Karadağ arası tren yolculugu nasıl geçti?saatleri nelerdir? yazarsanız çok sevinirim 🙂 ayrıca hostelden de memnun kalmışsıniz o halde biz de tercih edebiliriz selamlar.
Belgrad Gezi Rehberi
Tren yolculuğu çok ilginçti, iyi ki tren ile gitmişim. Yolculuk yaklaşık 10 saat sürüyor, ama hayatımdaki en güzel tren yolculuğu oldu. 477 kilometrelik yolculuk boyunca 254 tünel, 435 köprü geçiyorsunuz. Ücret yaklaşık 21 Euro.
Tren saatleri:
Belgrade ► Podgorica / Bar: Hergün sabah saat: 09:10, Podgorica varış: 20:09, Bar varış: 21:10
Bar ► Belgrade: Hergün sabah 07:10 depar, Belgrad varış: 19:13