İçindekiler
In Brugge – Cennete Hoş Geldiniz
Belçika’da Batı Flandra ilinin başkenti Brugge. Orta Çağ’dan kalma mimarisi, değişik çikolataları, rahibe işi dantelleri, kanalları ve Belçika birası… Bunlar Vikipedi notları. Biz gelelim hikayemize…
Collin Farrell’in başrolünü oynadığı ‘In Brugge’ filminin çekim sahnelerini gören bir turist, ilk başta yerel bir Belçika film setinin içinden geçtiğini düşünüyor ve hızlıca oradan uzaklaşıyor. Ancak daha sonraları film afişini gördükten sonra filmi izliyor ve işte o zaman farkına varıyor nasıl bir filmin sahnelerine şahit olamadığını. In Brugge… İzlemeyenler vardır belki, 2008 İngiliz yapımı olan Martin McDonagh’ın yönettiği film, Brugge’e gitmeden önce ve gittikten sonra olmak üzere iki defa izlenmeli. Neyse film detayına pek girmeyeyim ama ana konu; ölmeden Brugge’ün görülmesi gerektiği.
Bir kere şehre bir bilgisayar oyununun intro’sundaymış hissiyle giriyorsunuz. Bu kesin. İçine adım attığınızda bir tek, ‘Cennete hoş geldiniz’ yazısı eksik. Kasvetli havasına rağmen o anda her şey çok lirik ve çok tanrısal. Sanki bir sis yığını arasından yavaş yavaş görünür hale geliyormuş gibi hissediyorsunuz. Boşuna ‘Kuzeyin Venedik’i dememişler. Şehirde birçok kanal mevcut. Hatta öylesine mevcut ki Brugge’lüler kanallarda bot ile seyahat edebilme lüksüne sahip. Mimarisi hakkında nasıl diye soracak olursanız size ‘Kusursuz’ yanıtını verebilirim. Buradaki mimari ne tür bir mimari bilmiyorum ama ‘mükemmeliyetin mimarisi’ olarak isimlendirebilirim ancak ben bu tasarımı. Tamamı Ortaçağ’da inşa edilmiş bu taş binaların bir kısmında türlü türlü çiçekler pencereleri süslüyor. Binaların bu kadar güzel korunmasının nedeni ise, Nazi Almanya’sının 2’nci Dünya Savaşı sırasında şehre girememiş olmasıymış. Girmemiş olması demek daha doğru bir ifade olur aslında.
Mükemmeliyetçi biriyseniz hata aramaya kalkmayın
Şehirde herhangi bir hareketlilik, keşmekeş, kaos, trafik yok. Yollarda arabalardan çok yayalar var. Sokaklar sanki bir ressamın fırçasından çıkmışçasına sanatsal. Her şey o kadar nizami ki, sokaklarında gezerken bazen sinirleriniz bozulabiliyor. Mükemmeliyetçi biriyseniz hata aramaya kalkmayın. Sadece şehri gezmenin verdiği keyfi hissedin. Çünkü her zaman ha deyince gelebileceğiniz bir şehir değil. İlk kez gittiyseniz, son kez gitmiş gibi gezin şehri. Her sokağına girin. Her birasından bir yudum da olsa tadın. 400’den fazla bira çeşidi arasında hangisini deneyeceğinize karar verebilirseniz tabi…
Aslına bakarsanız kusursuzluğun kol gezdiği bir şehir Brugge. Kesinlikle kendi ruhunu ve farklılığını hissettiriyor her adımda. Dar sokakları, meydanları, kiliseleri ve yağmurlu havasıyla Brugge, başkent Brüksel’e 90 kilometre uzaklıkta. 120 bin nüfusu var. Sadece Avrupa’da değil, uluslararası anlamda da önemli bir turistik merkez olma özelliğine sahip. Flaman kültürünün en parlak örneklerinin yer aldığı görkemli birçok anıt ve sanat yapıtına da ev sahipliği yapıyor. Özellikle 14’üncü yüzyıla ait şehrin en eski yapısı olan Belediye Binası ve Adalet Sarayı’nın da yer aldığı Burg Meydanı, şehre girdiğinizde ilk göreceğiniz yerler oluyor. Buralarda bol bol sokak çalgıcılarının içinizi gıdıklayan tınılarına tanık olacaksınız.
400’den fazla bira çeşidi var
Brugge, birası kadar çikolatalarıyla da meşhur. Sokaklarda gezinirken her yerden dayanılmaz çikolata kokuları geliyor burnunuza. Fabrikaların yanı sıra evlerde de çikolata imal ediliyor. Ben çikolatayla, dantelle pek ilgili olmadığımdan pub’lara dadandım daha çok. 400’den fazla çeşit birası olan pub’lar, barlar mevcut. Turistler, uluslararası tanınırlığı olan biraları (Leffe, Hoegaarden, Duvel gibi) tükettiğinden hemen kendilerini belli ediyor. Ben ise böyle bir şeye girmedim ve garsona bir bira çeşidi belirtip (Hefeweizen, Strong, Ale) hangi markadan içmem gerektiğini sordum hep. İyi ki de öyle yapmışım. Özellikle de KWAK konusunda!
Brugge’ün en merkezi noktalarından biri de Markt dedikleri ana meydan. Bu meydanın ortasında heykellerin, Fransa’ya karşı savaşırken ölmüş Flaman kahramanların heykelleri olduğunu öğrenmem, heykellere bakış açımı daha da ilginçleştirdi. Markt Meydanı herkesçe bilinen bir nokta olduğundan ötürü herkesin buluşma noktası burası diyebilirim. Şehirde hayat adeta bu meydanın etrafında dönüyor.
Brugge’e yolunuz düşerse Bihenhof Caddesi üzerinde yer alan ve içinde beyaz kuğuların yüzdüğü Aşk Gölü Minnewater’ı görmeden dönmeyin. Aşk Gölü çevresinde yer alan kaliteli restoranlarda yöreye özgü lezzetlerden tatmanızı da şiddetle öneririm. Belçikalılar patatesle resmen şov yapıyor. Gerçekten. Ha bir de görkemli atların çektiği faytonla da şehri turlayabilirsiniz. Ama önerim, yürüyerek gezin. Zamanınız kalırsa faytonla kısa bir panoramik tur da fena sayılmaz.
Brugge’ü görmeyenler Venedik’e, Roma’ya, Viyana’ya aşk şehri demiş. Mutlaka hepsinin kendine göre hak ediş hikâyesi vardır ama inanın Brugge de onlar kadar bu sıfatı hak ediyor. Hem de fazlasıyla…
Kaynak: Orkun Akman / Jorkoyollarda.com